Kıymetli okuyucularım. Bu yazımda sizlerle birçoklarımızın, belki farkında olarak, beklide olmayarak hiç dikkat etmeden kullandığımız kamuya ait olan mallarla ilgili olacaktır.
Kamu hakkı; halkın vergi, hizmet, bağış veya başka bir nedenle devletin mülkiyetine ve hazinesine verdiği veya kamunun doğrudan sahip olduğu mal ve servet gibi ekonomik değerlerdir.
Günümüzde devletin iç ve dış hazinesine ek olarak vakıf, dernek, kooperatif, sendika, gibi vatandaşların para, iş ve emanetlerini koruyan tüzel kişiliklerin her biri birer küçük hazinedir. Bu hassas kurumlarda görev alacak insanların; fakir, muhtaç ve henüz tüyü bitmemiş milyonlarca insanın hakkını ve alın terini koruyabilecek kadar dürüst, duyarlı ve güvenilir olmaları gerekir.
Şuna kesinlikle inanıyorum ki kardeşlerimizin birçoğu haramlara karşı duyarlıdır. Yani kendisine ait olmayan veya haram olduğunu bildiği bir malı kolay kolay kullanmaz.
Ancak devlet malı konusunda bu kadar duyarlı olduğumuzu söylemek maalesef hiç de kolay değil.
Görevimiz esnasında bizim kullanımımıza verilen bu malların veya vatandaş olarak devletimize karşı sorumluluklarımızın aslında emanet olduğunu unutuyoruz. Emanete riayet etmeyi imanın gereklerinden kabul eden dinimiz, bunun aksini de nifak alameti olarak kabul ettiğini unutmamamız gerekmektedir. Burada önemle üzerinde durmamız gereken konu devlet malını emanet olarak görüp görmeme meselesidir.
Üzülerek belirtelim ki, birçok kimse özellikle doğu ve güneydoğudaki vatandaşlarımızın bu konuyu emanet olarak görmek bir yana, devleti baba olarak görüp bu malları kendi menfaatlerine kullanmanın caiz olduğu konusundaki görüşler bile belirtmektedirler. Mesela bu bölgelerde kaçak elektrik kullanmanın, diğer yörelere göre çok fazla olmasının sebebini yalnızca ekonomik olarak izah etmek mümkün değildir. Bu görüşlerinde bunda büyük etkisi olmaktadır. Yüce rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır.
ِlنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir” (Ahzab, 33/72)
Halbuki kamu mallarının eski Türkçemizdeki adı beytül- mal dır ve bunlarda tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı vardır.
Adaleti ile dünyaya örnek olan Hz. Ömer efendimizin hilafeti döneminde, devlet mumu ile kendi mumunu ayırmasının altındaki gerçek, devlet malına gösterdiği hassasiyetin önemini bize anlatmaktadır.
Öncelikle Herkesin Sorumluluk Alanı Vardır,bu sorumluluğumuzun farkında olmamız gerekir.
Peygamberimiz bu konuda bizleri bakınız nasıl uyarıyor;
عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: قالَ رسولُ اللّه)صلعم(: كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، فَالامَامُ رَاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَالرَّجُلُ رَاعٍ في أهْلِهِ، وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَالمَرْأةُ في بَيْتِ زَوْجِهَا رَاعِيَةٌ، وَهِىَ مَسْئُولَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا، وَالخَادِمُ في مَالِ سَيِّدِهِ رَاعٍ، وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ.
(1715)- İbni Ömer (r. anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (a.s) buyurdular ki: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz.
İmam çobandır ve sürüsünden mesuldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mesuldür.
Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mesuldür.
Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden mesuldür.” (Buhârî, Ahkâm 1)
İşte bu sorumluluğun farkında olursak zaten kamu hukuku konusunda gereken hassasiyeti de gösteririz.
Hakkını Veremediğin Şey Kıyamette Rüsvalıktır
وعن أبى ذرّ رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: قُلْتُ يَارسُولَ اللّه: ألاَ تَسْتَعْمِلُنِى، فَضَربَ بِيَدِهِ عَلى مَنْكِبِي، ثُمَّ قَالَ يَا أبَا ذَرٍّ: إنَّكَ ضَعِيفٌ، وَإنَّهَا أمَانَةٌ، وَإنَّها يَوْمَ الْقِيَامَةِ خِزْىٌ وَنَدَامَةٌ، إلاَّ مَنْ أخَذَهَا بِحَقِّهَا، وَأدَّى الَّذِى عَلَيْهِ فِيهَا.
(1722)- Ebû Zerr (r.a) anlatıyor:
“Ey Allah’ın Resulü! Dedim, beni memur tayin etmez misin?”
Bu sözüm üzerine, elini omzuma vurdu ve sonra da:
“Ey Ebû Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin takdirde) kıyamet günü rüsvalık ve pişmanlıktır.
Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o hariç” buyurdu.” [Müslim,, İmâret 17, (1826); Ebû Dâvud, Vesâyâ 4, (2868); Nesâî, Vesâya 10, (6, 255).]
Efendimiz bulunduğumuz görevin hakkını veremeyeceksek talip olmamamızı bizden istemektedir.
İnsanları kamu ve insan haklarını ihlâl etmekten alıkoyacak gerçek amil; dinî duyarlılık, ahiret inancı, kötülüğün ve haram lokmanın hesabının ilâhî huzurda verileceği inancıdır.
Çocukluktan itibaren insanımızın beynine kamu mallarının emanet olduğu, kamu hakkını ihlal etmenin ve çalmanın hıyanet olduğu düşüncesi ne kadar iyi yerleştirilirse insanımız o kadar duyarlı olur.
Kamu malını zimmetine geçirmeye İslam fıkhında “gulûl” adı verilmektedir.
Sözlük anlamı gizlemek, bir şeyi gizlice almak, hırsızlık yapmak; hıyanet etmek olan gulûl kelimesi; örfte genellikle, “ganimet malına hıyanet etmek” anlamında kullanılmaktadır.
Ebu Humeyd es-Sâidi (r.a.)‘den rivayet edilen bir hadise göre Resulullah (s.a.s), Ezd kabilesinden İbnü’l-Ütbiyye’yi zekât toplamakla görevlendirmiş, bu zatın daha sonra bazı mallarla gelip Hz. Peygamber (s.a.s)’e:
“Şunlar size ait, bunlar da bana hediye olarak verildi” demesi üzerine Rasulullahın minbere çıkıp,
“Benim -zekât toplamak için- gönderdiğim bir memura ne oluyor ki, ‘Şunlar sizin, şunlar da bana hediye edildi’ diyebiliyor.
Dikkat edin, bu kişi evinde otursaydı, kendisine hediye verilir miydi? Muhammed’i, kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizden her kim bu (bu devlet malı)ndan alırsa mutlaka onu boynunda taşır olduğu hâlde kıyamet günü gelecektir.
Eğer bu haksızlıkla aldığı şey deve ise böğürecek, sığırsa möleyecek, koyunsa meleyecek!” buyurdu.
Sonra Rasulallah ellerini kaldırdı, o kadar ki, koltuk altındaki beyazlık gözüktü. ”Allah’ım tebliğ ettim mi?” dedi ve bu sözünü üç kere tekrar etti. (Buhari, Hiyel, 15; Cuma, 29)
Benzer bir diğer hadislerinde ise, “Vergi memurlarına (amillere) verilen hediyeler gulûl dür.” (Müsned, V, 424) ifadesi yer almıştır
Kamu malından çalmanın vebali öylesine büyüktür ki, Hz. Peygamber, kamu malı çalmış, kamu hakkına tasallutta bulunmuş kimselerin cenaze namazlarına bile katılmamıştır.
Zeyd b. Ha-lid’in (r.a.) anlattığına göre: “Hayber Savaşı sırasında ashaptan biri öldürülmüştü. Hz. Peygamber’e haber verildi. O,
“Arkadaşınız üzerine namaz kılın!” buyurdu. Hz. Peygamber’in bu sözü üzerine, halkın çehresi değişmiş, (bir soğukluk çökmüştü).
Bunun üzerine Hz. Peygamber olaya şöyle açıklık getirdi:
”Arkadaşımız, Allah için cihat sırasında ganimetten çalmıştı!” Bunun üzerine, maktulün eşyasını karıştırdık. Yahudilere ait boncuk kolyelerden iki dirhem bile etmeyen bir kolyeyi çalmış olduğunu gördük.” (Muvatta, Cihad, 23)
Demek ki, şehitlik kişinin birçok günahına keffaret olduğu hâlde, kamuya ait hıyanet günahını ve kul haklarını ortadan kaldırmıyor.
Kamu hakkını ihlal etmenin çeşitli yöntemleri vardır bazılarını şöyle sıralayabiliriz;
1-Kamu arazilerini işgal etmek, üzerine bina yapmak. “Kim bir karış miktarı bir yere (başkasının arazisine) haksız olarak sahip olursa, o yerin yedi katı boynuna geçirilir.” (Buhari, Mezalim, 13)
2-Kaçak elektrik ve su kullanmak.
3-Vergi kaçırmak, vergi vermemek. Yine vergi borcunu ödememek, ya da vergi kaçırmak da önemli bir kamu hakkı ihlâlidir. Her insanın, vatandaşı olduğu ülkeden beklediği hakları olduğu gibi, yerine getirmekle yükümlü olduğu görevleri de vardır.
Vergi de bu görevlerden biridir. Kişinin, vergi verebilecek güç ve imkâna sahip olmasına rağmen, vergisini vermeyip, başkalarının verdiği vergilerle sunulan kamu hizmetlerinden -katkıda bulunmadığı hâlde- yararlanması da, “nimet ve hizmetten haksız bir şekilde yararlanma” olarak değerlendirilmelidir.
4-Yola veya dışarıya tükürmek ve izmarit atmak. Bir kişi yola tükürdüğü zaman hem başkalarını rahatsız ederek, hemde şayet bir hastalığı varsa teneffüs yolu ile başkalarına da bulaştırarak,farkında bile olmadan birçok kişinin hakkına tecavüz etmiş oluyor.Sigara izmariti veya başka yollarla toplumun ortak alanlarını kirletmeyi de aynı şekilde değerlendirebiliriz.
Daha bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Yüce Allah, haksız yere başkasının malını yemeyi bütün insanlara yasaklamıştır.
وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ
“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin” (Bakara, 2/188)
Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebali vardır. Böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır.
Hak sahibi, ondan hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah, kul hakkı yiyenin günahını affetmemektedir. İlâhî adalet bunu gerektirir.
Unutulmamalıdır ki, kamu malından çalmanın vebali ve günahı sadece bu işi yapanların değil, bu gibilerini koruyup gözetenlerin veya göz yumanların da üzerindedir.
Sevgili Peygamberimiz,
“Kim aşıranı gizlerse, o da ondandır” (Ebu Davud, Cihad, 135)
Hülasa kamu mallarına hıyanet Allah’ın affetmeyeceği günahlardandır. Bu gibi kimseler dünyada hak sahipleriyle helâlleşip tevbe etmedikleri takdirde ki, bu mümkün görülmemektedir ahirette hak sahipleri onlardan haklarını alacak ve Allah’ın huzurunda hesaplaşacaklardır.
Hesabımızı Ahirete bırakmamak için bu dünyada dikkatli olmalı, bir telefon açma bile olsa kamuya ait hususlarda gereken itinayı göstermeliyiz.
Selam ve dua ile…04.10.11