Rahman olan, Rahim olan, Vâli olan, Vekil olan, Veliyy olan, Yüce Allah’ın isimleriyle 4.bölüme devam edelim İnşallah…
Günlük hayatını Peygamberimiz (sav)’le birlikte yaşamayı esas alıyor, onun ismini dahi abdestsiz (Cünüpken) ağzına almaktan utanacak kadar Peygamberimiz (sav)’i yanında hisse-diyordu.Yanında çalışmakta olan Muhammed adındaki hizmetçisine her defasında çok sevdiği Muhammed adıyla hitap ettiği halde, bir defasında onu Muhammed adıyla değil de babasının adıyla çağırmıştı. Alışık olmadığı bu hitap şeklinden endişeye kapılan hizmetçi : Sultanım, dedi, bir kusur mu işledim acaba ki çok sevdiğiniz Muhammed ismimle değil de babamın adıy-la çağırdınız beni? Sultan ise şöyle cevap verir hizmetlisine: Seni Muhammed isminle çağırdı-ğım sıralarda hep abdestli oluyordum. Bu defa ise abdestsiz (Cünüptüm) O yüce ismi abdestsiz ağzıma almaya gönlüm razı olmadığından, babanın ismiyle çağırdım seni…
İşte bu da Peygamberi bir günlük, Peygamberi bir yaşantı ve yaşama davranışlara akseden bir başka sevgi ve saygı tezahürü.
Rasûlullah Efendimiz (sav) ve Güzîde Ashâbı, Allah (cc)'ın en çok sevdiği ve kulluk-larını beğendiği kimselerdir. Allah (cc) onlardan, onlar da Allah (cc)'tan razıdırlar. Saadet asrı diye onların yaşadıkları döneme denmiştir. Halbuki o dönemde îman etmek sanıldığı kadar kolay değildi. Mekke döneminde çekilen işkenceler, yokluklar, açlıklar ve Medine döneminde de ardı arkası kesilmeyen cihâd imtihanları unutulmamalıdır.Onların dünyalarında şimdilerde olan lüks ve rahat hayat şartları da yoktu, biraz keyfimize bakalım yoktu, oğlumuzu kızımızı everelim demeler yoktu. Onların yaşadıkları ülkeler mekanlar yokluklar, kıtlıklar ülkesiydi. Fakat manen yüce idiler de dolayısıyla “ SAADET ASRI ” diye alındılar.Yani şimdi bizlerin en çok görmek istediği, mutlulukların, sıkıntılardan uzak ferahlıkların sadece ve sadece huzurun bulunduğu bir ülke ve dünya…
Hiç düşündünüz mü? O asrın erleri Hz. Peygamber (sav)’i neden çok seviyorlardı. Çünkü O Peygamber (sav)’de sahabelerle birlikte yiyer – içer – gezerdi, sıkıntıda, acıda bir idi, genişlikte ferahlıkta bir, gülmede ağlamada bir, ayrıcalık hiç ama hiç yapmazdı.
Bir gün bazı sahabelerle birlikte çöle gezintiye çıkmıştı; yemek üzere bir koyun satın alındı. Bu dostlar grubundan biri şöyle dedi : Ben koyunu kesip yüzeyim, diğeri ben etini kemiklerden ayırayım ve böylece her biri kendi üzerine bir iş yüklemiş oldu. Bununu üzerine Hz.Peygamber (sav) Efendimiz şöyle söylemiştir. Ben de etrafta ateş yakmak için çalı çırpı, odun toplayayım. Sahabeler: Hayır! Senin bunu yapmana lüzum yok; biz bununla meşgul oluruz. dedilerse de o ısrarla: Hayır asla! Bu doğru olmaz benimde sizlerle birlikte işlerin görülmesine katılmam lazım gelir. (Diy.İl.Der.s.40) İşte büyük bir edep ve ince düşünce sahibi olan Hz. Peygamber, insanlara ashabına o derece saygılı idi.
Ama ne acı ki insanlık, Âlemlerin Efendisi Hz.Muhammed Mustafa (sav)’ den uzaklaş-mış, tabiri caizse onu hem gönül dünyasında ve hem de hayatında kaybetmiş, ona karşı yabancılaşmıştır. Oysa ipi koptuğu yerden bağlamalı ve Efendimiz (sav)’in ahlâkına dönerek uykudan uyanıklığa geçmeliyiz. Hem kendimiz için hem de tüm mümin kardeşlerimiz için, kaybedilen günleri, haftaları, ayları yılları telafi etmenin çarelerini yeniden düşünmeli, öncelikle kalbimizi, gönlümüzü, nefsimizi, neslimizi, beldemizi, memleketimizi kısacası tüm insanlığı düzeltmeli ve ardından da içimizdeki bu güzellikleri yaşayışımıza aksettirmeli, doğru bildiklerimizi “ KINAYICILARIN ” “ KINAMASINA ” bakmadan hayata geçirmeliyiz. Tabi ki bunu yaparken de Hz.Peygamber (sav)’in nasıl bir tebliğ metot uyguladığını unutmamak şartıyla… Rasûlullah Efendimizi iyi tanımalı, onun ahlâkıyla kendimizi ona benzetmeliyiz ki, böylece Rabbimizin rızası bizi kuşatsın. Nef’i’nin buyurduğu gibi : “ Eğitimcinin gayesi Allah (cc) ’ı insanlara, insanları da Allah (cc) ’a sevdirtmeli.Tabiii kendisi de sevmelidir Haaaa… Çünkü sevmeyen sevdirtemez .” Demek ki tebliğciler kendileri yaşamadan başkalarına yaşat-tıramaz. Düsturuyla hareket etmelidirler.
Velhasıl Hz. Peygamber (sav)’i küstüren, kaybeden değil ona kavuşan, toplum gibi yaşa-malıyız. Çile ve sıkıntı yumağı olan Hz.Peygamber (sav)’in gönderiliş gayesi ümmetine güzel birer örnek olmasıydı ki Peygamberi örnek edinmek biz ümmetine Allah (cc)’ın kati birer emridir.
Dolayısıyla: Allah (cc)’ın elçisine itaat edenin Allah (cc)’a itaat etmiş olacağı belirterek kılınan namazların, tutulan oruçların, verilen sadakaların, kırılmadan fethedilen kalplerin, işlenen her çeşit hayır, İslam yolunda tüketilen bütün nefesler tek gaye içindir ki; o da Allah (cc) ’ın ve O’nun Alemlere Rahmet olarak gönderdiği Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Bunun da tek yolu ancak Hz. Peygamberin (sav)’in sünnetine uymak ve yaşantısının her safhasını hayatımıza ilmek ilmek işleyerek hayatımızı onun hayatına benzetmeliyiz. Hz. Peygamber (sav) de “ Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse, benden yüz çevirirse, Allah (cc)’a isyan etmiş olur.”
( Buharı Cihad 109)
Rabbim O Eşsiz insanı nefsinde, neslinden, malından, evladından, anasından, babasından çok seven ve sünnetine sımsıkı sarılan nesiller neferler yetişmeyi – yetiştirmeyi O’nun bayrağı altında buluşmayı – toplanmayı cümlemize nasip eylesin. AMİN.
Her saniyemiz, her dakikamız, her günümüz, her ayımız, her alıp verdiğimiz nefesimiz, evimize girişler – çıkışlar, cebimiz, soframız, yatlarımız – katlarımız, sokağımız, caddemiz, memleketimiz hep ama hep Muhammedi olsun. Görüşünceye dek hoşça kalın dostça kalın…
Yusuf ÇAKICI – Yalıhüyük / KONYA