Rahman olan, Rahim olan, Hadi olan, Bedi olan, Reşid olan, Yüce Allah (c.c.)’ın isimleriyle başlayalım inşallah…
İnsan, iman ve salih amele sarılırsa nimete kavuşur, sarılmazsa helak olur. Çünkü kaçıp kurtulacak ne yer ne de mekan vardır. (Zaman Bilinci, Ekrem Sağıroğlu, s. 80)
Şairin dediği gibi, ‘ Her şey kesik ve kopuk, zaman tutamaz lehim. Mazi albümde hayal, istikbalse bir vehim.’gibi. Adamın biri Horasanlı Ebül Hamza’ya gelip, “ Bana nasihat eder misin.” dedi. O da, “ Önünde bulunan sefer için azığını hazırla” demekle yetindi. Başka biri de şöyle der: “ Dün ” öldü “ bugün ” ise can çekişmede, “ yarın ” henüz doğmadı, doğmayacak belki de. Dün geçti mazi oldu hayal, istikbalin geleceği ise henüz belli değil, o zaman yapılacak şey anı değerlendirmektir .
Hayat ne kadar gerçekse ölüm de o kadar gerçektir. Ölüm, dünya lambamızı karartırken, ahiret lambamızı aydınlatan bir anahtar olmalıdır. İnsan, ahiretini dünyada kazandığı gibi, dünyasını da ahirete olan imanı sayesinde düzeltir ve mamur eder. İman, tevekkül ve rıza ehli olanlar her şeyde ilahi rahmetin izini, özünü, yüzünü görürler. Bilirler ki Rableri Rahman ve Rahimdir. İman ve tevekkül ehli için gece ile gündüz, yaz ile kış, uzaklık ile yakınlık, sefa ile cefa, kabir ile dünya farkı yoktur. Farkın hakiki ölçüsü sadece iman ve küfürdür. Nur ile nardır. İman varsa eşref-i mahlûkat olan insan için her yer saraydır. İman yoksa saraylar zindandır. (Zaman Bilinci, Ekrem Sağıroğlu, s.102)
İnsanların dünya ve ahiret mutluluğu için kılavuz olan peygamberler gönderildikleri insanlara, ben de sizin gibi bir insanım demekle emrolunmuş-lardır. Peygamberler masumiyet sıfatlarına rağmen, ahiret için diğer insanlardan daha çok çalışmışlardır. Öyle ki, üzerine secdeye vardıkları hasırların izleri alınlarına çıkmıştır.
Bizim için örnek olan peygamberler ahiret için bu kadar çalışmış ve verecekleri hesaptan emin değilken, bizim de şu hayatta yaşadığımız her anın, kazandığımız her şeyin ve tükettiğimiz her saniyenin hesabını vermek konusunda kendimizle bir iç muhasebeye giderek, o zor güne hazırlanmamız gereklidir. Çünkü o gün gelecektir ve o gün herkes yapıp ettiği her şeyin hesabını görecektir. Ahiret hayatının bir gül bahçesi olmasını istersen, dünyada iyilik tohumlarını gönlüne ek, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadisleriyle süsle, Kur’an ile özümlediğinde ölüm anı ve baki hayatın elbette mamur olur; şairin şu mısraları ölüm için ne de vecizdir:
Kiminde güller açar, Kimi var küskün ölür,
Kimi Allah dostudur, Melekten üstün ölür.
Hiçbir şey baki değil, Herkes ölümü tadar,
Rabbimden emir gelir Ölüm de bir gün ölür.
Çünkü yolcu için istasyon ne ise, insan için de bu dünya odur. Yaptıklarının hesabını vermek için insana başka bir cihan yani dünya açılacaktır. Hz. Ali (r.a.), “ Dünyada amel var hesap yok, ahirette hesap var amel yok. ” Hani derler ya
“ toprak kir tutmaz ”, ne kadar doğru, çünkü mezarlıkların üstü ne kadar yeşil, ah bir de içi, dışı gibi yeşil olsa ne kadar güzel olur değil mi. Toprak kendi başına bir hiçtir. Su ile birleşince nasıl maddi hayata rahim oluyorsa, insanla birleşince beşeri hayata, imanla birleşince de manevi hayata vatan olur.
Yüreğinde iman gibi bir güneşi taşıyanların, insanlığı aydınlatmak uğruna avuçlarında kor taşımak gibi bir bedele seve seve razı olmaları gerekmektedir. Elimiz kalbimize bağlıysa, İbrahim gibi kalbimizden gelen güç elimize direnç verecek ve onu yakmayacaktır. Fakat elim yanar diye bu koru tutmaktan kaçınırsanız, sadece eller değil haaa kalpler de yanacaktır. Böyle kimselerin dünya amelleri boşa çıkacak. Yüce Allah (c.c.), “ İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar var ya; işte onlar cehennemliklerdir.” (Maide 5/10)
Hani bir gün, “ Minarede salâ, er kişi niyetine saf saf namaz ne âlâ. Böyledir de inanmaz ölüme kimse hâlâ, ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan. ” diye, ölüm haberinin ilan edileceği göz ardı edilmemelidir. Çünkü her uyuyan kimsenin bir vakit uyanacağı, her yaşayanın bir gün öleceği, her ölenin, bir zaman gelip dirileceği ve her dirilen kimsenin de Allah tarafından sorguya çekileceği mutlaktır. Her gece bir ölüm, her sabah bir diriliştir. Gece olur insan uyur. Zaten uyku ölümün kardeşi ve ölmenin provası değil midir? Hatta yirmi dört saatlik hayatımız içinde, gece ölür, sabah dirilmez miyiz. Veya tohumun toprağa atılışı bir ölüm, günler sonra tekrar topraktan çıkışı bir diriliş değil midir. Elbette diriliştir.
Öyleyse insan da bir tohum gibidir. Yaşarken, bir gün toprağın altına düştüğünü görürüz. İnsanın düştüğü yer onun kabridir. O tohum gibi öldükten sonra, bir gün yerden kalkacaktır. Zaten kıyamet, kıyam günü kalkış ve diriliş günü değil midir? İşte bu gün insanlar, Rab olan Allah ile buluşacaklar. Tıpkı sanık ile hakimin karşılıklı duruşmaları gibi, o andan itibaren insan yaşadığı hayatın hesabını verecektir.
Mahlukatın eşrefi insan, insanın eşrefi ise kalp’tir. Hiçbir şeyin fayda veremeyeceği bir günde, sadece “ selim ” bir kalbin fayda vereceğini o gün, ne malın, ne de çocuğun bir yararı olacaktır. Yalnız “ Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka” (Şuara 26/89) Çünkü o, Allah’ın tecelligâhı, O’nun insanla ilişkisinin koordine edildiği ulvî bir mekân ve nükleer bir güç merkezidir.
Cenab-ı Allah cümlemizin dünya hayatını, ahiret kapısını açan bir anahtar eylesin. Kolayca sıratı geçen ve sorulanlara kolay cevap verenlerden, iki cihanda mesud, mutlu olanlardan eylesin. Ölüm, dünya lambamızı karartırken, ahiret lambamızı aydınlatan bir anahtar olsun ve olmalıdır. Görüşünceye dek hoşça kalın dostça kalalım…
Yusuf ÇAKICI – Yalıhüyük / KONYA